'Öyle bir zaman gelir ki...'
Öyle bir zaman gelir ki, bir kahvenin köşesinde yapayalnız otururken, geçmişin külleri arasında unutulup gitmeye yüz tutmuş anılarınız, bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden gelip geçerken eski bir şarkıyı dinler gibi hüzünlenirsiniz.
Ve yine öyle bir zaman gelir ki, sonbahar rüzgârları önünde savrulup giden zamana kırılırsınız; acelesi varmış gibi bir daha geri gelmeyecek, bir daha hiç yaşanmayacak yıllarınızı alıp götürdüğü için.
1980 ihtilalinden önce İzmir’in büyük bir ilçesinde bir dönem belediye başkanlığı yapan, Şemikler’in toprak yollu ve çivit badanalı kerpiç evlerinin duvar diplerine gazoz kapağı ve misket oynayarak büyüdüğüm çocukluk arkadaşımla, yağmurlu bir akşamüstü elinde şemsiyesiyle otobüs durağında karşılaşmıştık.
Birkaç dakika sonra durağa yanaşan belediye otobüsüne 65 yaş ücretsiz biniş kartını göstererek binmişti. O an, Belediye Başkanı olduğu yıllarda forslu lüks makam arabasıyla kent sokaklarında dolaştığı günler gözlerimin önünden bir film şeridi gibi gelip geçmişti.
Kartını tekrar cebine koyarken, onun için duygulandığımı fark edince kulağıma doğru hafifçe eğilip, “ Üzülme geçmiş günler artık geçmişte kaldı.” Diye fısıldayarak beni teselli etmek istemişti. Nerden bilecektim, meğer o gün onu son görüşüm olmuştu. Birkaç ay sonra aniden yaşama veda edip gitmişti.
Belediye Başkanı iken karşısında ceketinin düğmesini ilikleyerek saygı gösterisi yapanların, evet efendimci tavırlarıyla önünde eğilip bükülenlerin çoğu, 1980 darbesinde, bütün Belediye Başkanları gibi görevinden alındıktan sonra kendisini hiç arayıp sormamıştı.
Herhangi bir yerde karşılaştıklarıyla kısa bir süre olsa ayaküstü selamlaşmayı görüşmeyi çok istediği halde onu görmemezlikten gelenlere, karşılaşmamak için yolunu değiştirenlere ve böylesine küçücük bir vefayı kendisine çok görenlere üzülürdü.
Sözün özü:
Hatırlanmak ve aranıp sorulmak, bir insan için yaşamının en büyük ödülüdür.