'Sevgiye hasret kalmış yürekler'
İnsanın, sonradan sahip olduğu makamların büyüsüne direnebilmesi kolay değildir. Bu kişiler için en büyük tehlike giderek yalnızlaşmak, giderek çevreden kopmaktır. İnsan yalnızlaştıkça, çevresinden koptukça, gerçekleri görmezden gelmeyi, günü kurtarmak için olumsuzluklara kılıf hazırlamayı kolaycılık haline getirir. O makama seçilmeden önceki toplumcu siyasi kimliğini, içsel aykırı dürtüleriyle! Yavaş yavaş öldürerek yok eder.
Bunun sonu yalnızlıktır. Bayırdan aşağıya yuvarlanan bir kaya gibi kaderinin peşinden çaresizce yalnızlığa doğru sürüklenmektir. Yalnızlık ise insanın yüreğini alev gibi yakar, kahreder. Bir kahve köşesinde veya bir yolda tanıdık birilerinin selam verip ha-tırını sormasını beklersin, bunun özlemiyle yanıp tutuşursun.
İkbal yüklü günlerinizde elinden tuttukların, koruyup kolladıkların, güç verdiklerin, çoluk çocuğunun rızkı için eline aş ekmek tutuşturdukların, herhangi bir yerde karşılaştığınız zaman seni görmezlikten gelip yolunu değiştirince yıkılırsın, kahrolursun, tanrının verdiği nefesi alıp vermekte güçlük çekersin zorlanırsın, yaşayıp yaşayacağına pişman olursun, yaşama küsersin.
Bir de zamanın bir yerinde, siyasetten elini ayağı çektikten sonra bir köşede unutulup gitme korkusu, aranıp sorulmama korkusu, sevilmeme korkusu, geçmişte her gün her an birlikte olduğun dostlarını, arkadaşlarını kaybetme korkusu ve yapa yalnız kalmışlığın hüznü, ağacın kurdu gibi insanı için için çürütür.
Şaşaalı, debdebeli günlerinizde karşınızda, el pençe divan duranların, eğilip bükülenlerin, etrafınızda fırıldak gibi dönenlerin, “Başkanım çok iyi gidiyorsunuz, çok çalışıyorsunuz, büyük adamsın.” Diyerek önünüzde ceketinin düğmesini ilikleyenlerin, herkesten önce ihanet ederek ve arkasına bakmadan sizi terk edip gittiğini görünce ulu bir çınar gibi boylu boyunca yıkılır gidersiniz.
198O öncesi, İzmir’de büyük bir ilçede uzun yıllar belediye başkanlığı yapan çocukluk arkadaşım bir dostumla, birkaç ay önce belediye otobüsünde karşılaşmıştım. Otobüse binerken otobüsün şoförüne ezile büzüle gösterdiği serbest biniş kartını cebine koyarken onun, forslu makam aracıyla kent sokaklarında dolaştığı ikbal günlerini anımsayınca, “Hey gidi günler.” Demekten kendimi alıkoyamamıştım.
Bazı değerleri kolayca feda etmemeliyiz, dışlamamalıyız, unutmamalıyız, yalnızlığa mahkûm etmemeliyiz. Kum saatinin acımasız kum taneleri gibi yaşamımızdan eksilen her günün; bir daha asla geri gelmeyeceğinin realitesiyle, sevgi dolu yüreğimizi, sevgiye hasret kalmış yüreklerine yaslamalıyız.