Dolar 32,5004
%0.08
Euro 34,6901
%-0.12
Altın 2.496,860
%0.5
Bist-100 9.693,00
%1.77

Pzt

-8°

Sal

-12°

Çar

-3°
'İsrail ile ilişkiler hiçbir şart altında normalleşemez'

'İsrail ile ilişkiler hiçbir şart altında normalleşemez'

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un Türkiye’ye ziyaretini eleştirerek, “Gazze’ye uygulanan abluka mı kalktı? İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarından çekilme kararı mı aldı? Filistinlilere uyguladığı soykırımdan vaz mı geçti? Çok net ifade ediyorum; İsrail işgal ettiği topraklardan çekilmeden, yağmaladığı toprakların, canına kıydığı Filistinli masumların hesabını vermeden, Filistin topraklarında bağımsız Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişkiler hiçbir şart altında normalleşemez” dedi.

  • Ege Postası
  • 09.03.2022 - 17:50

Temel Karamollaoğlu, bugün partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Karamollaoğlu’nun gündeme ilişkin değerlendirmeleri özetle şöyle:

“Toplantımıza, tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü bir kez daha kutlayarak başlamak istiyorum. 8 Mart, kadının hak mücadelesidir, emek mücadelesidir, adalet mücadelesidir. Kadın, toplumun ana direğidir. Çünkü toplumun temeli aile, ailenin temeli ise kadındır. Kadının ihmal edildiği, haklarının gasp edildiği; şiddete, ayrımcılığa, sömürüye, istismara maruz kaldığı bir toplumun sağlıklı gelişebilmesi mümkün değildir. Kadına yönelik, şiddet, ayrımcılık, istismar ve kadın cinayetlerinin son bulacağı, ülkemizin kanayan yarası olan bu hadiselere son vereceğimiz günleri temenni ediyorum.

“AKLINI PEYNİR EKMEKLE Mİ YEDİN”

Ekonomi insanımızın canını yakmaya devam ediyor. Tüm ekonomik göstergeler, rakamlar olumsuz bir tablo çiziyor. Elbette birçok istatistik verilebilir, fakat sadece şu istatistik dahi oldukça can yakıcıdır. Eurostat verilerine göre; ülkemizde kırmızı et, balık veya tavuk yemeye gücü yetmeyenlerin oranı yüzde 37,3. AB ortalamasının sadece yüzde 8 civarında olduğu bu yeterli beslenme verilerinde de her olumsuz istatistikte olduğu gibi yine zirvede yer alıyoruz. Türkiye, gıda enflasyonu sıralamasında da zirveye yerleşmek için yoğun bir gayret gösteriyor. Gıda enflasyonunda Lübnan, Venezuela ve Surinam’ın ardından dördüncü sırada geliyor ülkemiz. Tarıma elverişli, mümbit topraklarımız var ama vatandaş ucuz yağ alamıyor, ekmek için kuyruğa giriyor, mevsimindeki yaş sebze-meyveyi dahi sofrasına koyamıyor. Ama bunca işin sorumlusu iktidar değil muhalefet. Kim diyor bunu? Sayın Cumhurbaşkanı. İnsanın aklına, ‘aklını peynir ekmekle mi yedin ya’ demek geliyor.

Yönetimde siz olacaksınız, kararları siz alacaksınız, sonra da diyeceksiniz ki ‘esas müsebbip muhalefet’. ‘Allah'tan korkun’ bile diyemiyorum, sadece aklınızı başınıza devşirin ya. Bu kadar beceriksizliğin sebebi olarak muhalefeti görmek, ayrı bir garabettir. Dünya'da böyle bir iktidara rastlayamazsınız. 19 sene iktidarda olacaksınız, sonra diyeceksiniz ki ‘bugün Türkiye'nin karşılaştığı problemlerin tamamı muhalefetin omuzlarındadır’. Sabah ekmek kuyruğu, gün içerisinde yağ kuyruğu, gece yarısı akaryakıt kuyruğuna giriyor insanımız. Ve tüm bunların müsebbibi muhalefet. Hele gıdadaki yoksulluğu, sıkıntıyı anlamak mümkün değil. Gıdanın üreticisi tarımdır, çiftçidir. Tarım sektörü, gıda üretiminin temelini oluşturur. Bu da doğrudan doğruya toprağı işlemekle mümkündür.

“TOPRAKLARIMIZ İŞLENMİYOR”

Topraklarımızın büyük bir kısmı, yüzde 10'dan fazlası işlenmiyor. Orada yetiştireceğimiz buğdayı gidip dışarıdan satın alıyoruz. Bu ne garabet, bu ne beceriksizlik. Bir de kendi beceriksizliklerini görmeyince iktidar, düzeltme imkanı ortadan kalkıyor. Bir insan eğer hatasını anlarsa, görürse, bir özel değerlendirme yaparsa problemlerini çözebilir. Ama göremezse vay halimize. Şu anda iktidarın ya düştüğü hastalık bundan kaynaklanıyor veya başka çare bulamıyor. Kendi hatasını göremeyince bir sebep arıyor, bunu da muhalefete yüklemeyi siyaseten en kolay yol olarak görüyor. Elinde medyası var, televizyonları var, gazeteleri var. İktidar mensupları her gün bu konuyu dile getiriyor; hatayı, yanlışı, sıkıntıyı dile getiren muhalefeti ağzına bile almıyor, azarlıyor.

“YENİ GELENLER UZMAN BİR DOKTORUN YERİNİ ALAMAZ”

Şu doktorlarımızın haline bir bakalım. Asgari ücret seviyesini dikkate alarak, 4,5 milyon ailenin sosyal yardım aldığını, 400-500 lira, bir kısmı da bin-bin 500 lira civarında bir ücrete mahkum olduğunu bildiği için iktidar, ‘Şu doktorlara bir bakın, 8-9 bin lira para alıyorlar, bunu da beğenmiyorlar, yurt dışına gitmek istiyorlar, giderseniz gidin’ diyor. Ne yapacaklarmış? Karşılığında daha ucuza çalışan ülkelerden doktor transfer edecekmiş. Senin aklına şaşayım ya. Doktor almak o kadar kolay mı? Gelir, kendi ülkesinde geçinemediği için, orada düşük ücretle çalıştığı için burada 6-7 bin lirayı çok görenler gelir ancak; uzmanlar gelmez, ihtisas sahibi insanlar gelmez. Yeni gelenler hiçbir zaman uzman bir doktorun yerini alamaz. İhtisas sahibi olmak için mezun olacaksın, en az beş sene ihtisas göreceksin, yani pratisyenlik yapacaksın, uzmanların yanında göreceksin, ihtisas kazanacaksın ve beceri kazanacaksın, sonra uzman olacaksın.

“DOKTORLARIMIZIN ÇALIŞMA ŞARTLARI AĞIR, KARŞILIĞINI VERMEK MECBURİYETİNDESİN”

Uzmanlık da hemen öyle senin beş sene sonra en iyisi olduğun manasına gelmez; orada da 3-5-10 sene sonra, ‘bu sahada en iyi doktorların arasında bu da var’ denilecek. İşte onun da karşılığını vermek mecburiyetindesin. Doktorların çalışma şartları herkese benzemiyor ki. Benim de yakınlarım var. Bir doktor düşünün; nöbete gidiyor 24 saat nöbette kalıyor, arkasından da normal mesaisini yapıyor 8 saat, bazen 12 saat; tam 36 saat çalışıyor doktorlar. Bunu görmeyeceksiniz, sonra da doktorlara ‘nereye giderseniz gidin’ diyeceksiniz. El-insaf. Devleti yönetenler kendi insanına böyle bir muamele yaparsa bu ülkede ihtisas sahibi kimse kalmaz. Devletin kendi rakamlarına göre bile bugün açlık sınırı 4 bin 500 lirayı geçti, yoksulluk sınırı da 12 bin 500 lira civarında. Sendikaların yaptığı araştırmalarda ise -ki onlar bunu daha doğru tespit ediyorlar- yoksulluk sınırı 15 bin lira. Siz, doktora daha yoksulluk sınırında dahi bir rakam veremiyorsunuz ya. Bizim hedefimiz, bizim yönettiğimiz Türkiye'de, hele bunlar gibi 19 yıl değil, 9 yıl iktidarda kalsak emin olun, asgari ücret yoksulluk sınırını geçer. ‘Ne kadar abarttın’ diyebilir bazıları, yok arkadaş. Biz, Erbakan Hoca’nın talebeleriyiz. Ama iktidarda bulunanlar asgari ücretin biraz üzerinde maaş alan doktora diyor ki ‘razıysan çalış, yoksa istediğin yere git, senin emeğine ihtiyacım yok’. Bu kafayla sen yarın Türkiye'de doktor bulamazsın. Sonra da acemilere kalırsın. Böyle devlet yönetilmez, böyle ülke yönetilmez, böyle bir anlayışla meselelere yaklaşılmaz.

“PARAMIZI PUL HALİNE KİM ÇEVİRDİ”

Her yeni gün, bir önceki günden daha pahalı bir hayat yaşıyoruz. Akaryakıta gelen zamları takip edemez olduk. En temel ihtiyaç maddelerinde tehlikeli bir pahalılık söz konusu. Tüm bunları dünyadaki küresel gelişmelere bağlayan iktidarın elinde bir süredir artık somut bir bahane var. Başta petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki artış, iktidarın ülkemizdeki hayat pahalılığındaki sorumluluğunu üzerinden atmak için kullanışlı yeni bir bahane olmuş gibi görünüyor. Oysa hayat pahalılığının sebebi Rusya-Ukrayna savaşı değil, AK Parti’nin gerçeklere karşı yürüttüğü savaştır. Hayat pahalılığının sebebi, AK Parti’dir, Erdoğan iktidarıdır. Eylülden bu yana kurda bir artış olmasaydı mazot fiyatı bugün 12 lira civarında olacaktı. Eğer mazota 10-12 lira fazladan para ödüyorsak bilinmelidir ki bunun yarısını sadece kurdaki artıştan dolayı ödüyoruz. Peki kuru kim arttırdı? Türk lirasının değerini kim düşürdü? Paramızı pul haline kim çevirdi? Uyguladığı yanlış ekonomi politikalarıyla kuru arttıran AK Parti’den başkası değildir.

“MESELE İKTİDARIN PROBLEMLERİ İDRAK EDEMEME KITLIĞI”

Gaz kuyruklarından bahsedenler, milleti yağ kuyruklarına mahkum ettiler. Ekmek karnelerinden bahsedenler, milleti ucuz ekmek kuyruklarına mahkum ettiler. Hastane kuyruklarından şikayet edenler, milleti hastane kuyruklarına mahkum ettiler. Ama en önemlisi; tek parti yönetimlerini, tek adam zihniyetlerini eleştirerek iktidara gelenler, 85 milyonluk bir ülkeyi tek adam yönetimine mahkum ettiler. Şimdi Adalet Bakanı’nı değiştirerek adaleti, Eğitim Bakanı’nı değiştirerek eğitimi, Tarım Bakanı’nı değiştirerek tarımı düzelteceklerini, TÜİK Başkanı’nı değiştirerek enflasyonu, Merkez Bankası Başkanı’nı değiştirerek döviz kurunu kontrol altına alacaklarını iddia ediyorlar. Ne hallere düştük. Bu ülke sizin sayenizde neler gördü neler. Bu ülke, sizin döneminizde Fransa'dan üstün hizmet madalyası alan Tarım Bakanları gördü. Kendi bakanlığına dezenfektan satan Ticaret Bakanları gördü. Rüşvet aldığı tescillendiği halde cezalandırılacağına ödüllendirilen bakanlar gördü. Artık anlayın; bakanları değil zihniyetinizi değiştirmeniz lazım. Yağ, ekmek ve akaryakıt kuyruklarının bir kez daha haykırdığı bir gerçek var: Bu iktidar, Türkiye’yi yönetememektedir. İnsanımızın kuyruklarda beklemesinin sebebi ise yağ kaygısı değil, yarın kaygısıdır. Mesele stok meselesi değil, üretimi esas alıp almama meselesidir. Mesele ürünlerin kıtlığı değil, iktidarın problemleri idrak edememe kıtlığıdır.

HERZOG’UN TÜRKİYE ZİYARETİ

Gündemin önemli başlıklarından birisi de İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Türkiye ziyaretidir. Bu ziyaret gündeme gelince; benim de aklıma yıllarca önce Polonya'dan İsrail'e göç eden, Varşova'da Nazi kamplarından kurtulmuş, 1982 Ağustos'unda Beyrut'u bombalayan İsrail güçlerini protesto için açlık grevi yapan Dr. Sherzman'ın İsrail basınına yazdığı mektup geldi. Kısa bir bölüm okumak istiyorum.

‘Çocukluğumda Varşova gettolarındaki işçi kamplarından geçerken korku, açlık ve aşağılanmışlık duygularını çok çektim. Bugün bir İsrail vatandaşı olarak, şehirlerin, kasabaların ve mülteci kamplarının sistematik yıkımını kabullenemiyorum. İnsanların teknolojik bir vahşetle bombalanmasını, yok edilmesini ve öldürülmesini kabullenemiyorum. Bugün, o günleri hatırlatan çok fazla sesler duyuyorum; harp sayesinde tonu yükseltilmiş sesler. Bugün pis Araplar tabirini işitince pis Yahudi sözcüğünü hatırlıyorum. Bugün kapalı bölgeler terimini duyuyor; gettoları ve toplama kamplarını hatırlıyorum. İki ayaklı hayvanlar tabirini işitiyor ve untermensch yani gelişmemiş insan tabirini hatırlıyorum. Kuşatmayı daraltmak, bölgeyi temizlemek, teslim olması için şehirleri dövmek sözcüklerini duyuyorum ve ben, acı, ıstırap, yıkım, ölüm, kan ve katliamları hatırlıyorum. İsrail'de gördüğüm çok fazla şey, bana çocukluğumdaki pek çok vahşeti hatırlatıyor.’

“DOSTLARI İSRAİL, ABD, RUSYA; DÜŞMANLARI İSLAM ÜLKELERİ”

Bu sözler Nazi zulmünü görmüş, İsrail'e göç eden insaf sahibi bir Yahudi'ye ait. Şimdi biz, o Yahudi devletinin cumhurbaşkanını bu iktidar zamanında ikinci kez misafir ediyoruz. Ne diyeceğiz kendisi geldiği zaman? Bunları hatırlatabilecek miyiz? İşte ben hatırlatıyorum. Mesele İsrail Cumhurbaşkanı değil, mesele onun buraya davet edilmesi, gelmesi. 14 yıl sonra bu düzeyde ilk ziyaret. Meclis'te tekrar alkışlatacaklar. Çok ilginç bir noktaya geldik. Bugünkü iktidarın dostları ve düşmanları belli. Dostlarımız İsrail, ABD ve Rusya oluyor. Düşmanlarımız ise dostlarımız olması icap eden Suriye, Mısır ve diğer İslam ülkeleri. Allah akıl fikir versin. Garibanlar, ezilenler düşman; onları ezenler, onlara işkence edenler, bombalayanlar dost. Böyle bir duruma geldik. Çok net söylüyorum; eğer İsrail ile ilişkileriniz normalleşiyorsa bilin ki Filistin’le anormalleşiyordur. İsrail ile ilişkileriniz normalleşiyorsa Gazze’de başına fosfor bombası atılan Müslümanlarla anormalleşiyordur. Bunun başka hiçbir izahı olamaz. Gazze’ye uygulanan abluka mı kalktı? İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarından çekilme kararı mı aldı? Filistinlilere uyguladığı soykırımdan vaz mı geçti? Çok net ifade ediyorum; İsrail işgal ettiği topraklardan çekilmeden, yağmaladığı toprakların, canına kıydığı Filistinli masumların hesabını vermeden, Filistin topraklarında bağımsız Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişkiler hiçbir şart altında normalleşemez. Sizin ikili ilişkileriniz normalleşebilir, içinize siniyorsa ki siniyor anlaşılan, vicdanınız el veriyorsa alın hayrını görün. Fakat biz, bütün gücümüzle bunun karşısında olacağız. Bu iktidar, Ukrayna krizini çözmek istediği kadar Suriye krizini çözmeye çalışsaydı çok daha büyük bir iş yapmış olurdu. Biden ile Putin ile Herzog ile görüşme konusunda gösterdiği hassasiyetin binde birini çevremizdeki Müslüman ülkelerin başkanlarıyla görüşme konusunda harcasaydı her şey çok daha farklı olurdu. İsrail'le normalleşmek için harcadığı enerjiyi Suriye ile normalleşmeye harcasaydı çok daha faydalı olurdu.

“İSLAM ALEMİNİN HER YERİNDE PROBLEM VAR”

Ortadoğu, çok sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Herkes biliyor ki ABD'nin hain bir planı neticesinde ve olmayan şeyler varmış gibi gösterilerek Irak'a müdahale edildi. Ve maalesef Sayın Erdoğan da bütün gücüyle o müdahaleye destek verdi. 1,5 milyon insan katledildi. O katledenlerin elindeki kan, maalesef bizim iktidarda bulunanların da eline bulaştı, kurtulamazlar. Günlük hadiseymiş gibi geliyor onlara şimdi. Aynı konu Suriye'de tekrar etti. İslam aleminin her yerinde problem var. Biz, bu problemlerin tamamını çözmek için gayret göstermekle mükellefiz. Uluslararası kurulmuş müesseseler var. İslam Birliği var, D-8'ler var, Orta Asya cumhuriyetleri ile kurulmuş olanlar var, Karadeniz İşbirliği Teşkilatı var. Ya hiç olmazsa bunlardan birisini harekete geçirin. Adını bile duymuyoruz artık bunların.”

Yorum Yazın

Yukarıdaki alan boş bırakılamaz

Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.

Yukarıdaki alan boş bırakılamaz
Yukarıdaki alan boş bırakılamaz
Yorumlar
Yeniden eskiye
Eskiden yeniye
Öne çıkanlar

Bu habere hiç yorum yapılmamış... İlk yorum yapan sen ol.