Dolar 32,5468
%0
Euro 34,8650
%0
Altın 2.438,410
%0.34
Bist-100 9.645,00
%0

Pzt

-8°

Sal

-12°

Çar

-3°
Son günlerin tartışmalı ismi Şükürer'in ilk vukuatı değilmiş!

Son günlerin tartışmalı ismi Şükürer'in ilk vukuatı değilmiş!

Son günlerin tartışılan ismi İEKKK Başkanı Sıtkı Şükürer'in geçtiğimiz günlerde bir gazeteye vermiş olduğu röportajda kente mübadele yoluyla gelen göçmenlerle ilgili yaptığı açıklamalar büyük tartışmalara yol açmıştı. Ancak bu röportaj Şüküer'in ilk vukuatı değilmiş! Şükürer 17 Mart 2013'te Hürriyet gazetesindeki köşesinde kaleme aldığı ''İzmir neyin sembolü'' başlıklı yazısı da o günlerde çok tartışılmış ve tepkilerin hedefinde olmuş

  • Ege Postası
  • 29.01.2022 - 12:02

EGEPOSTASI-  Son günlerde İzmir kamuoyunun bir numaralı gündem maddesi olan İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK) Başkanı Sıtkı Şükürer, geçtiğimiz günlerde bir gazeteye vermiş olduğu röportajda kente mübadele yoluyla gelen göçmenlerle ilgili yaptığı açıklamalar büyük tepkilere neden olmuştu.

Başta mübadele ile gelen göçmenler ve siyasi partiler ile sivil toplum kuruluşlarının yoğun eleştirilerine maruz kalan Şükürer’e tepkiler çığ gibi büyümüştü.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in danışmanlığını da üstlenen Şükürer'e istifa çağrıları gelirken Soyer'e 'görevden al' baskısı yapılmıştı.

Ancak ne istifa eden ne de görevden alınan Sıtkı Şükürer'in 2 Şubat Çarşamba günü gerçekleştirilecek İEKKK toplantısında başkanlık seçiminin yapılacağı ve yeniden aday olmayacağı ifade edildi.

Öte yandan Şükürer'in mübadele yoluyla kente gelenlere yönelik sözleri ilk vukuatı değilmiş.

Sıtkı Şükürer'in 17 Mart 2013 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayınlanan köşe yazısında ''İzmir neyin sembolü'' başıklı yazısında “köksüzlüğün” sembolüdür nitelendirmesinde bulunarak ve yine İzmir'e dönük değerlendirmeleri o günlerde de çok tartışılmış ve tepki gösterilmiş.

GÖÇMENLERE YÖNELİK DİKKAT ÇEKEN SÖZLER!

Ayrıca Şükürer'in o gün kaleme aldığı yazısında mübadele ile kente gelenlere yönelik değerlendirmesiyse dikkat çekti; ''İzmir, hele 70-80 yıl öncesinin İzmir’i bir göçmen kenti konumundaydı. Nüfus, adalardan, Balkanlardan, Çerkezya’dan gelen birbirlerinizden farklı kültürel değerleri olan insanlardan oluşuyordu. Bildiğimiz sebeplerle bu insanlar Anadolu’ya, İzmir’e, göç etme durumunda kalmışlardı. Cumhuriyet onları tüm renkleri ile kabul etmedi. Ulus devlet böylesi bir “karmaşayı” kaldıracak durumda değildi. Her kimliğin kendini, “usulca”, “örtülü” olarak ifade etmesine müsamaha gösterilebilirdi. Giderek başka yeri olmayan insanlar, yumuşatılmış ifadesi ile bu “gönüllü asimilasyona” razı oldular. Herkes, nerede ise, etnik, ırksal bir aidiyet ilişkisini kabullenerek kendini Türk kabul etti. Özgür neşeli prototip Oysa onlar Boşnaktı, Arnavuttu, Çerkez’di.''

Şükürer'in keleme aldığı köşe yazısının tamamı şöyle;

“HÜRRİYET Günü” kapsamında gazeteci Ahmet Hakan’ın, İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndeki, “Tarafsız Bölge” programındaki konuşma metnimizdir:
İzmir; İzmirli’nin İzmirli’ye propagandasını yapacak olursak, özgürlüğün, rahatlığın, rehavetin sembolüdür diyebiliriz.
Ancak meseleye derinliğine baktığımızda, esasında İzmir, tedirginliğin, endişelerin, özgüvensizliğin ve giderek köksüzlüğün sembolüdür.
İzmir, cumhuriyet tasavvurunun en fazla başarı kazandığı bölgedir aslında.
Bunu “iyi” anlamıyla da değerlendirebilirsiniz eleştirisel de yaklaşabilirsiniz.
Cumhuriyet, hatta İttihat Terakki ile başlayan süreç, o çağın esen rüzgarları, hatta dayatmaları ile bir ulus devlet hayal edilerek kuruldu.
Ulus devletin parametreleri belliydi. Bu toprakların insanlarının ‘Türk kimliği’ üzerinden konsolide edildiği ve devlet denetimli bir din anlayışı ile İslam’ın sosyal ve siyasal taleplerinin törpülendiği, içe dönük bir modeldi bu.
Göçmen kent konumu
Bu amaçla tüm alt kimlikler baskılandı.
İzmir, hele 70-80 yıl öncesinin İzmir’i bir göçmen kenti konumundaydı.
Nüfus, adalardan, Balkanlardan, Çerkezya’dan gelen birbirlerinizden farklı kültürel değerleri olan insanlardan oluşuyordu.
Bildiğimiz sebeplerle bu insanlar Anadolu’ya, İzmir’e, göç etme durumunda kalmışlardı.
Cumhuriyet onları tüm renkleri ile kabul etmedi. Ulus devlet böylesi bir “karmaşayı” kaldıracak durumda değildi.
Her kimliğin kendini, “usulca”, “örtülü” olarak ifade etmesine müsamaha gösterilebilirdi.
Giderek başka yeri olmayan insanlar, yumuşatılmış ifadesi ile bu “gönüllü asimilasyona” razı oldular.
Herkes, nerede ise, etnik, ırksal bir aidiyet ilişkisini kabullenerek kendini Türk kabul etti.
Özgür neşeli prototip
Oysa onlar Boşnaktı, Arnavuttu, Çerkez’di.
Öte yandan bu insanlar geldikleri yerde de Müslüman’dı.
Ama Arap kültürü insanları değildi onlar.
Müslümanlığı yerel Arap kültürü ile sentezlenmiş haliyle algılamıyorlardı.
O sebeple genç cumhuriyetin, “Müslümanlığın sadece Allah’la – kul arasında yaşanması gerekir” empozesine intibakları zor olmadı.
“Soft” bir Müslümanlıktı onlarınki. İslamın aslında sosyal–siyasal-ekonomik talepleri olan bir din olması, onları ilgilendirmedi.
Dini ve milli kimliklere bu şekilde “mesafelenmiş ilişki” ile yıllar yılları kovaladı.
Görünürde, birazda kıyı kültürünün ve güzel iklimin avantajları ile özgür neşeli bir prototip imajı oluşmaya başladı.
İzmir kızları deniz kokan bir kentti.
Oysa realite böyle değildi.
Elbiseye razı olmuş
Evvel emirde özgür, özgüvenli bir bireysellikten söz edeceksek, hiç kuşku yoktur ki evrensel anlamında “özgür birey”, herhangi bir aşırı biçimlemeye uğratılmadan, alt kimliklerini doya doya yaşayan, kendi iç dengelerini bu sevecen ve rahatlıkçı ortamda inşa eden ve ancak bu “hazım sürecini” tüm kişiliğinin ayrılmış bir unsuru haline getirdikten sonra, ilave olarak yeşertebileceği bir kalitedir. “Birey” olabilme, var olan üzerinden gelişen ilave bir kavramdır.
Oysa İzmirli alt kimlikleri itibariyle örselenmiş ve kendine sunulan elbiseye razı olmuş ve bu yönü ile muhafazakar ve Kürtlerden ayrı düşmüş bir insan modelidir.
Bu “oluşturulmuş boşluk” İzmirlinin şahsında değişik arayışlarla doldurulmaya çalışılmıştır. İzmirli her ne kadar kendine ifade etmekte zorlansa da, biçimlenmeye çalışıldığı anlamıyla, Türk ve Müslüman kimliğinin eksik bıraktığı tatminleri “Batılı” gibi olmaya öykünerek kapatmaya çalışmıştır.
Batılı gibi olmaya çalışmak ve Batılı olmak farklı şeylerdir.
İster istemez “sathi”, “imitasyon”, bir davranış modeli şekillenmeye başlamıştır.
Meselelere derinliğine yaklaşmak istemeyen, hayatı “manşet algısı” üzerinden değerlendiren dalgacı, neşeli insanlar…
Bu arada tüm dünya gibi, Türkiye’de değişmeye başlamıştır.
Zorlamadan yaşama
Artık cumhuriyet paradigmaların sorgulandığı, iktidarın, alt kimliğini en az örseletler üzerinden yavaş yavaş el değiştirdiği, muhafazakarların ve Kürtlerin, küreselleşmeye paralel esen demokratik rüzgarların etkisiyle elinin güçlendiği yeni bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıkmaya başlamıştır.
İzmir bu değişime direnmiştir. Ve halen bu ısrarını sürdürüyor izlenimi vermektedir.
Bu ısrar 60 sonrası doğudan göç eden nüfustan ziyade, daha eskiden batı ve kuzeyden gelen ve “Beyaz Türk” diye tanımladığımız insanlara dairdir.
Bu insanlar değişen dünya ve değişen Türkiye olgusuna mesafeli kaldılar.
Biraz Akdeniz kültürü, siesta, rahat ve zorlamadan yaşama, hayatı entelektüel katsayılar üzerinde kavrama ihtiyacı duymama, bu yüzeysel tutumda rol oynadı.
Yanlış direniş algısı
Oysa sosyo-psikolojik bir bakışla bu eksik kimlikli insanların, dönüşen yeni nizama intibakları beklenecek bir şey değildi.
Muhafazakar iktidara derin bir şüpheyle baktılar. Yüzeysel dengelerle bir biçimde kurcalamadan sürdürdükleri İmitasyon kimlikleri bu denli önemli bir değişim sürecinde etkin rol almaya müsait değildi.
Tekrar örselenmekten korktular ve eski sistemin biçimlendirdiği ayrıcalıklı çocukları olarak, endişelerden beslenen yanlış bir direniş algısı ortaya çıkardılar.
Ne AK Parti’yi anlamak istediler, ne Kürtleri. Korku, endişe tereddüt, onları 21’nci yüzyılın aydınlık yüzüne yakışan siyasi anlayışlara (yeni veya mevcut) öncelik etmesini engelledi ve cumhuriyet mitingleri ile anılır oldular.
Böylesi bir tutum sürpriz değildir. Değişime intibak, değişimde öncü rol talep etmek, dolayısıyla “demode” olmamak, evvel emirde bir özgüven meselesidir.Travmatik kimlikler buna cesaret edemez.“İzmir neyin sembolü” derseniz, bu anlamıyla “köksüzlüğün” sembolüdür.

Yorum Yazın

Yukarıdaki alan boş bırakılamaz

Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.

Yukarıdaki alan boş bırakılamaz
Yukarıdaki alan boş bırakılamaz
Yorumlar
Yeniden eskiye
Eskiden yeniye
Öne çıkanlar

Bu habere hiç yorum yapılmamış... İlk yorum yapan sen ol.