Dolar 32,4375
%-0.15
Euro 34,7411
%-0.66
Altın 2.441,870
%0.23
Bist-100 9.916,00
%2.05

Pzt

-8°

Sal

-12°

Çar

-3°
Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan FETÖ ve PKK tepkisi

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan FETÖ ve PKK tepkisi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Adları, suçları, cürümleri ayyuka çıkan birçok darbeci firari ile ilgili ilettiğimiz tüm taleplere rağmen Batılı ülkeler, hiçbir hukuki adım atmadılar. Verdiğimiz klasörler, bütün bu klasör dolusu belge ortada ama barındığı ülkenin güvenlik birimlerinden FETÖ elebaşının malikanesinin kapısını çalan hâlâ olmadı. Türkiye’nin 252 evladını şehit verdiği darbe teşebbüsü sonrasında attığı hukuki adımları eleştirenlerin bugün darbe söylentileri karşısında aldığı sert tedbirleri hepimiz görüyoruz. Daha düne kadar darbe ile mücadelede bizi hukukun sınırlarını zorlamakla suçlayanlar, mesele kendi demokrasileri olunca neredeyse hukuku rafa kaldırma aşamasına geldi. Elbette ülkemizi hedef alan terör ve darbe suçlarına karşı sergilenen bu ikircikli tavrın arka planındaki zihin yapısının farkındayız. Biz, kimin ne dediğine bakmadan, mücadelemizi hukuk içinde ve meşruiyet temelinde kararlılıkla yürütüyoruz. Türkiye’yi güvenlikle birlikte özgürlükte ve adalette de dünyada ilk sıralara çıkarana kadar çabalarımıza devam edeceğiz” dedi.

  • Ege Postası
  • 23.12.2022 - 11:56

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasa Mahkemesi tarafından bugün İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen ‘İslam Dünyası Anayasa Yargısı Konferansı Açılış Kongresi’ne katıldı. Erdoğan, burada şöyle konuştu:

“TÜRKİYE, BU TÜR KRİZLERİN ACISINI BİZZAT ÇEKMİŞ, BEDEL ÖDEMİŞ BİR ÜLKEDİR”

“Bizim devlet geleneğimizin esasını, ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ düsturu oluşturur. Buna göre, devletin ve devletin kurumların asli varlık sebebi insandır, eşrefi mahlukat olan insana hizmettir. Devletin görevi, hepsi eşit haklara sahip vatandaşlarına, güvenlikten temel ihtiyaçların karşılanmasına her alanda birinci sınıf hizmet vermektir.

Hiç şüphesiz devlet de kendi içerisinde bir güçler dengesine sahiptir. Bu denge ne kadar sağlıklı kurulur ve işletilirse devlet mekanizması ve onu oluşturan kurumlar da o derece iyi, verimli, etkin çalışır. Demokratik sistemin omurgasını oluşturan erkler arasında oluşan çekişme, çatışma veya yıkıcı rekabet yaşanması hâlinde ise bunun zararını toplum görmektedir. Yasama, yürütme, yargı arasındaki denge kadar, bunların her birinin kendi içindeki uyumu da önemlidir. Yasama organının işleyişindeki uyumsuzluk hem yürütmeyi hem yargıyı etkiler. Yürütmenin krize girmesi, topyekûn sistemi tıkar. Yargının işleyişindeki aksaklıklar da sistemin tamamında sorunlara yol açar. Türkiye, yakın tarihinde bu tür krizlerin acısını bizzat çekmiş, ekonomiden demokrasiye farklı alanlarda bedelini ödemiş bir ülkedir. Kimi zaman vesayet, kimi zaman darbe olarak karşımıza çıkan sıkıntıları aşarken kaybettiğimiz vakit ve enerji, bizi demokratik ve ekonomik hedeflerimizin uzağında bırakmıştır.

Hiç şüphesiz yargının, bu tablo içerisinde ayrı bir önemi vardır. Üstelik Türkiye, bu konuda asla hatırlamak istemediğimiz gerçekten çok kötü örnekler de yaşamıştır. Halbuki adalet hizmetlerinin sunumunda ideolojik taassuba ve bürokratik oligarşiye asla yer olmamalıdır. Çünkü adalet, sadece mülkün temeli değildir, aynı zamanda devlet mimarisini bir arada tutan kilit taşıdır. Devlet, ancak ve ancak adalet üzerinde gelişir, yükselir, güçlenir, büyür. Adalet dağıtamayan, vatandaşına adaletle hükmedemeyen bir devlet, tıpkı temeli çürük bir bina gibi yıkılıp gitmeye mahkumdur. Hukukun üstünlüğünde oluşacak en küçük ihmal ya da ihlal, yargıyla beraber yasama ve yürütmeye olan güveni de zedeleyecektir, bu da devletin işleyişinde telafisi zor zararlara yol açacaktır.

“CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ’NE GEÇEREK, TARİHİMİZDE İLK DEFA GÜÇLER AYRILIĞINI TAM MANASIYLA TESİS ETTİK”

Sivil yargı-askeri yargı ayrımını ortadan kaldırarak yargıda birliği temin ve tesis ettik. Ulusal Yargı Ağı Projesi UYAP’ı hayata geçirerek teknolojik ve bilimsel gelişmeleri yargının hizmetine sunduk. Uzlaştırmacılık ve arabuluculuk sistemlerini kurarak taraflara kolaylık getiren alternatif çözüm yollarını uygulamaya koyduk. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru imkanı, lekelenmeme hakkı, Kamu Denetçiliği Kurumu, Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Kişisel Verileri Koruma Kurumu gibi pek çok reformu hayata geçirdik. Yargının bağımsızlığı ile birlikte tarafsızlığını da anayasal güvenceye alarak hukuk sistemimizin önemli bir eksiğini daha gidermiş olduk. Tüm bunlara ilaveten, halkımızın takdir ve tensipleri ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçerek, tarihimizde ilk defa güçler ayrılığını tam manasıyla ülkemizde tesis ettik. Önümüzdeki yıl, yeni yönetim sistemimizin ilk dönem uygulaması ışığında, yürütmeyi daha etkin kılmanın yanında, yasama ve yargıyı da güçlendirecek yeni reformları ülkemize kazandırmak istiyoruz.

Elbette bu süreçte kamuoyunun farklı kesimlerinin yakından takip ettiği kimi hadiseler üzerinden yaşanan tartışmalar da olabiliyor. Ama bu tartışmaların her birinin, kendi mecrasında köpürerek sürdükten sonra hukuk devleti havuzunda durulup neticeye bağlanacağına inanıyoruz.

Adalet hizmetleri ve insan hakları başlıkları altında yapılanlar, ne kadar büyük olursa olsun hiçbir zaman yeterli değildir. Hayatın sürekli değiştiği, değişimin beraberinde yeni sorunlar ürettiği bir iklimde hukuk sisteminin bunun dışarıda kalması düşünülemez. Devletin bu hususlarda kendini sürekli yenilemesi, şayet varsa eksiklerini gidermesi, varoluş gayesini ifa bakımından son derece mühimdir. Ülkeyi yönetme sorumluluğunu taşıyan siyasetçiler olarak biz de meseleye böyle bakıyor, mevzuatımızı sürekli geliştiriyoruz. Özgürlük, güvenlik, bu dengeler üzerinde hak ve özgürlükleri ilgilendiren her meselede tavrımızı insan öncelikli olarak belirliyoruz. Bu süreçte önümüzü açan, bizlere ufuk kazandıran, hizmet standardını yükselten her eleştiriye, her fikre de kulak veriyoruz. Milletin hayrına olduğuna kanaat getirdiğimiz hiçbir konuda komplekse kapılmadık, kapılmayız. Artık 20 yılı geride bırakan iktidar yıllarımızın en önemli alameti farikası, hak ve özgürlük odaklı reform iradesini asla kaybetmemiş olmasıdır. Bunca yıldır bize rehberlik eden reformcu ruhu hep diri tutmakta, sürekli güçlendirmekte kararlıyız.

“SÖMÜRGECİ GEÇMİŞLERİYLE YÜZLEŞMEYENLER, BİZE İNSAN HAKLARINDAN, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNDEN BAHSEDİYORLAR”

Birçok başlıkta İslam dünyasındaki dost ve kardeş ülkeleri Batılı devletlerden çok daha iyi konumda olduğunu görüyoruz. Ancak İslam alemine ve Müslümanlara yönelik oryantalist yaklaşımlar, bu hasbi gayretleri, atılan kritik adımları çoğu zaman perdelemektedir. İslam dünyası, bilhassa hukuk ve adalet konusunda çoğu haksız, temelsiz ve insaf sınırlarını aşan eleştirilere maruz kalıyor. Sömürgeci döneme ait bir hastalık olan oryantalizm, sadece akademide değil, uluslararası siyaset ve hukuk camiasında da mevcudiyetini koruyor. Kendi sömürgeci geçmişleriyle yüzleşme erdemini gösteremeyenler, ağızlarını her açtıklarında bize insan haklarından, hukukun üstünlüğünden bahsediyorlar. Dünyanın birçok ülkesinde, eli kanlı terör örgütlerini desteklemekte hiçbir beis görmeyenler, bizlere insan hayatının kutsallığına dair nutuk çekiyorlar. Söz konusu kendi güvenlikleri olunca taş üstünde taş, gerektiğinde baş üstünde baş bırakmayanlar, bizim hukuk ve adalet sistemimize laf söylüyor. Oysa hukuk ve insan hakları meselesinin devletler arası rekabetin aracı hâline getirilmesi yanlış olduğu kadar, tehlikeli de bir yaklaşımdır. Doğrudan insanı, insan onurunu, milletlerin geleceğini etkileyen konularda çifte standart uygulamak, insan hakları mücadelesine zarar vermektedir.

Uluslararası kuruluşların ve kimi Batılı devletlerin söylemleriyle eylemleri arasındaki uçurumun ceremesini ise mazlumlar, temel hak ve özgürlükleri hunharca gasp edilenler çekmektedir. Neredeyse 12. yılını tamamlamak üzere olan Suriye krizi, bunun en acı örneği olarak karşımızda duruyor. Şimdiye kadar 1 milyonu aşkın Suriyelinin hayatına mal olan bu kriz karşısında maalesef insanlık iyi bir intiham veremedi. Suriyeli mazlumların arşa yükselen feryatları, Türkiye'nin arasında bulunduğu bir avuç ülke ve kuruluş dışında kimsenin umurunda olmadı. Ne masum bedeni sahile vuran Aylan bebeğin dramı ne de bombalar altında can veren çocukların acısı, vicdanları harekete geçirmeye yetmedi. Batılı ülke ve kurumlar, Suriye’deki insanlık trajedisine ancak mülteciler kapılarına dayandığı zaman tepki göstermişlerdir. Bu tepki de sorunun kaynağı olan krize çözüm bulmak yerine, göçmenleri dikenli tel örgülerin ardına kapatmak şeklinde tezahür etmiştir. Sınırlarının dışındaki mazlumları görmezden gelenlerin, konu kendi güvenlik ve refahları olunca faşizmin en ilkel reflekslerini sergilemelerini ibretle takip ediyoruz.

Müslümanlara yönelik arızi bakış açısının ürünü, kin ve nefret dalgalarının olumsuz etkisi hemen yanı başımızda bugün de devam ediyor. Batı komşumuz Yunanistan'ın göçmenlere karşı sergilediği tavır, artık vahşet boyutuna varmıştır. Mülteci botlarının denizin ortasında batırılmasından göçmenlerin işkence edilerek soyularak geri itilmesine varan zulümlere her gün bir yenisi ekleniyor. Üstelik Yunanistan'ın bu şımarıklığına ve zalimliğine Batı ülkeleri kayda değer bir tepki de göstermiyor.

“TÜRKİYE’Yİ GÜVENLİKLE BİRLİKTE ÖZGÜRLÜK VE ADALETTE DÜNYADA İLK SIRALARA ÇIKARANA KADAR ÇABALARIMIZA DEVAM EDECEĞİZ”

Sınır hattında ve Nazi kamplarını andıran mülteci barınaklarından yansıyan utanç verici görüntüler karşısında sürdürülen aymazlık, hepimizi derinden üzüyor. Benzer bir tavra, terörizmle mücadele konusunda da şahit oluyoruz. Suriyeli, Iraklı, Afrikalı göçmenlere kapı duvar olan kurumlar, sıra PKK'lı ve FETÖ'cü teröristlere gelince olabildiğince hoşgörülü davranıyorlar. 15 Temmuz gecesi 250 vatandaşımızı şehit eden darbeciler, bugün birçok Avrupa ülkesinde ellerini kollarını sallayarak özgürce gezebiliyorlar. Bölücü terör örgütü, her yıl bu ülkelerde topladığı milyonlarca liralık avro ile Suriye, Irak ve Türkiye’ye yönelik saldırılarını finanse ediyor. Hatta kendi bütçesine doğrudan terör örgütüne yardım faslı koyan ülkeler olduğunu da biliyoruz. Tanımı, sınırı, çerçevesi belli olmayan bir siyasi sığınmacı kavramının arkasına saklanılarak teröristler korunmakta, kollanmakta; darbe suçuna karışmış kişiler adaletten kaçırılmaktadır. Adları, suçları, cürümleri ayyuka çıkan birçok darbeci firari ile ilgili ilettiğimiz tüm taleplere rağmen Batılı ülkeler, hiçbir hukuki adım atmadılar. Verdiğimiz klasörler, bütün bu klasör dolusu belge ortada ama barındığı ülkenin güvenlik birimlerinden FETÖ elebaşının malikanesinin kapısını çalan hâlâ olmadı. Türkiye’nin 252 evladını şehit verdiği darbe teşebbüsü sonrasında attığı hukuki adımları eleştirenlerin bugün darbe söylentileri karşısında aldığı sert tedbirleri hepimiz görüyoruz. Daha düne kadar darbe ile mücadelede bizi hukukun sınırlarını zorlamakla suçlayanlar, mesele kendi demokrasileri olunca neredeyse hukuku rafa kaldırma aşamasına geldi. Elbette ülkemizi hedef alan terör ve darbe suçlarına karşı sergilenen bu ikircikli tavrın arka planındaki zihin yapısının farkındayız. Biz, kimin ne dediğine bakmadan, mücadelemizi hukuk içinde ve meşruiyet temelinde kararlılıkla yürütüyoruz. Türkiye’yi güvenlikle birlikte özgürlükte ve adalette de dünyada ilk sıralara çıkarana kadar çabalarımıza devam edeceğiz. Ancak, insan onuru yerine sadece kendi refah ve menfaat düzenlerini gözetenlerin, bu çarpık sistemlerini ilanihaye sürdürme şansı yoktur. Er ya da geç bu adaletsiz sistem çatırdayacak, yerini tüm insanlığın saadetine hizmet eden kuşatıcı bir nizama bırakacaktır.”

ZÜHTÜ ARSLAN: KUR’AN’DA, ADALETİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ, İYİNİN VARLIK SEBEPLERİNDEN BİRİ OLARAK İFADE EDİLMEKTE

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan ise şunları söyledi:

“Bilindiği üzere, anayasa yargısının temel işlevi, anayasanın üstünlüğünü sağlayarak bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktadır. Bu işlevi yerine getirebilmek için de toplum sözleşmesi maiyetinde olan anayasalarda yer alan adalet, hürriyet, eşitlik, hukukun üstünlüğü, kuvvetlerin ayrılığı gibi anayasal ilke ve değerlerin mutlaka hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu ilke ve değerler, zamana ve zemine göre farklı isimlerle adlandırılabilmekte, hatta uygulamaları da değişebilmektedir. Ama bu ilke ve değerlerin kökleri bütün medeniyetlerde ortaktır. Sözgelimi, adaleti ele aldığımızda, adaletin tarih boyunca tüm toplumlarda toplumsal ve siyasal hayatın temel erdemi olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu böyledir, zira adalet olmadan toplumsal hayat, siyasal hayat olamaz; toplumun ve devletin varlığı ve devamı söz konusu olamaz. Adaletin gerçekleşmesinin aracı da hukuktur. Bu nedenle ideal topluma dair değerler manzumesi sunan tüm dinler, hukuku ve adaleti merkeze almışlardır. Nitekim Kur’an’da, adaletin gerçekleştirilmesi, iyinin varlık sebeplerinden biri olarak ifade edilmekte; insanların adaleti yerine getirmeleri için peygamberlerle birlikte, kitabın ve mizanın indirildiği belirtilmektedir. Buradaki mizan kelimesinin aynı zamanda terazi anlamına geldiği hepimizin malumudur. Hemen her toplumda adaletin sembolü olarak kullanılan terazi sayesinde insanların hukuku korunur, hakları eksiksiz olarak verilir. Bu sebeple adalet terazisini elinde tutanların sorumluluğu, onu doğru tutmak suretiyle hakkaniyete uygun davranmak, doğru ölçmek ve adil karar vermektir. Böylece insanlar arasında adaletin tesisinde yargının ve yargıcın ne kadar hayati bir öneme sahip olduğu da ortaya çıkmaktadır.

Düşünce ve söylem olarak zengin bir müktesebatı olan medeniyetimizin adalet, eşitlik ve hürriyet gibi değerlerinin hayata geçirilmesi, sadece Müslüman coğrafyada değil, dünyada yaşanan sıkıntılara da çare olacaktır. Yaşanan sıkıntılar ise hepimizin malumudur. Şiddete ve istismara maruz kalan kadınlar ve çocuklar, eksilmesi gereken birer rakam olarak görülen mülteciler, açlık sınırının altında hayata tutunmaya çalışanlar, inançlarından veya düşüncelerinden dolayı cezalandırılanlar, bizim gibi olmadığı için dışlanan ve ötekileştirilen insanlar. Dünyamızdan bu insan manzaraları, ulusal ve uluslararası düzlemde karşı karşıya kaldığımız adalet açığının görünümleridir. Bu noktada belki de en büyük sorun, öteki ile, öteki olarak görülen ile sağlıklı bir ilişki kuramamaktan ve ötekinin de bizim gibi haklarının olduğunun tam manasıyla içselleştirilememesinden kaynaklanmaktadır.”

Yorum Yazın

Yukarıdaki alan boş bırakılamaz

Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.

Yukarıdaki alan boş bırakılamaz
Yukarıdaki alan boş bırakılamaz
Yorumlar
Yeniden eskiye
Eskiden yeniye
Öne çıkanlar

Bu habere hiç yorum yapılmamış... İlk yorum yapan sen ol.